Tanrıya dair argümanlar 1: ontolojik, kozmolojik, teleolojik ve ahlak kanıtı
Tanrının varlığını aramaya başladığınızda karşınıza, felsefece karşılık bulmuş, başlıca dört kanıt çıkacaktır, bunlar; Ontolojik, kozmolojik, teleolojik ve ahlak kanıtıdır. Bu blogumda sizlere bu argümanları tanıtacağım... Felsefe birikimi olmayanlar adına karmaşık ve kafa karıştırıcı gelebilir. Naçizane tavsiyem, verim almanız adına bilmediğiniz kavramları ve filozofları başka kaynaklar aracılığıyla da araştırmanızdır.
PHILOSOPHY
Kozmolojik Kanıt
Evrenin Tanrı tarafından yaratıldığı argümanına dayanan delile kozmolojik kanıt denir. Kozmolojik kanıt ilk kez Platon ve Aristoteles tarafından kullanılmıştır. çağdaş felsefede Richard Swinburne tarafından ele alınmış ve geliştirilmiştir fakat "Kelam kozmolojik argümanı" olarak ilk kez el-Kindi formüle etmiştir. Ardından el-Gazali tarafından ''Filozofların Tutarsızlığı'' kitabında, Ibn Rüşd tarafından ''Averroes'' kitabında ve Thomas Aquinas'ın birbirinden farklı çalışmalarında sadeleştirilip, geliştirilmiştir ayrıca William Lane Craig argümanlar sunarak Kelam Kozmolojik Argümanını güçlendirmiş ve modern hale getirilmesinde önemli bir faktör olmuştur. (blog devamında değineceğim) kozmolojik kanıt, evren hakkındaki bazı gerçekliklerden yola çıkarak Tanrı'ya ulaşmaya çalışan a posteriori bir argümandır. tek bir kanıttan yanı sıra bir delil türünü ifade eder. Bu deliller topluluğu, tüm bu evrenden hareketle tek bir varlığın, özelde de Tanrı’nın varlığını istidlal ederler. Soyut kavramlardan ziyade, nesnel ortamın tecrübe ve müşahedesine dayanır, bu sebepten ötürü başta islam felsefesinin yükseldiği (10. ve 11.) yüzyıllarda ve günümüzde fazlasıyla karşılık bulmuştur. Ayrıca fiziki dünya ile alakalı bir kanıt olduğu için, ruhban sınıfı olarak adlandırdığım -cübbeli ve benzeri cenahtaki yaratıklar- ağzına sakız etmemiş, kirletmemiştir. Yabancı kültürlerden alınan atom teorisi, kelamcılar tarafından mutlak kudret ve iradeye sahip bir Tanrı'nın varlığını ispatlamak amacıyla dönüştürülmüş ve bu delil üzerine yapılandırılmıştır. Çalışmada öncelikle, İslâm dışı kültürlerdeki kozmolojik delil örnekleri incelenmiştir. Daha sonra, kelamın felsefeleşme sürecine kadar olan dönemdeki kozmolojik delil kurgularına odaklanılmıştır. Son bölümde ise, kelâmın deliline yönelik eleştiriler ele alınarak, bu eleştirilerin isabetli olup olmadığı değerlendirilmiştir.
Kozmolojik argümanlara gelecek olursak: argümanların, klasik ve modern olarak, ikiye ayrıldığını görüyoruz, bunlar:
Klasik argüman
1- Var olmaya başlayan/var olan her şeyin var olmaya başlamasının/var olmasının bir sebebi vardır.
2- Evren var olmaya başlamıştır.
Bundan ötürü:
3- Evrenin var olmaya başlamasının bir sebebi vardır
Modern argüman
Az öncede bahsettiğim gibi William Lane Craig, iki ek argüman daha sunarak Kelam Kozmolojik Argümanı güçlendirmiş ve modern haline getirmiştir:
Gerçek sonsuzun imkansızlığı:
1- Gerçek sonsuz var olamaz
2- Zamanda sonsuza kadar geriye giden olaylar, gerçek sonsuzluk demektir.
Sonsuzluk, her ne kadar popüler düşüncede bitmeyen, zamansız ve zamanla tanımlansa da; felsefede bir diğer zamanın dışında bir zamansızlık varoluşu olarak tanımlanmıştır
3- Dolayısıyla, zamanda sonsuza kadar geriye giden olaylar dizisi var olamaz.
Gerçek sonsuz ile potansiyel sonsuz arasındaki farkı anlamak için şu şekilde ifade edebiliriz: Potansiyel sonsuz, sonsuzluğa doğru ilerleyen ama hiçbir zaman oraya ulaşamayan bir toplamdır. Bu tür bir toplam sonsuz değil, belirsizdir. kalkülüste bu sonsuzluk türü ∞ ile gösterilir. Gerçekleşen sonsuz ise, gerçekten sonsuz sayıda üyesi olan bir toplamdır. Bu toplam sonsuzluğa doğru artmaz; zaten sonsuz ve "tam"dır. Örneğin, {1, 2, 3, ...} gibi sonsuz üyesi olan kümeler küme teorisinde À0 sembolü ile ifade edilir. Buradaki argüman, potansiyel olarak sonsuz sayıda cismin var olamayacağı değil, gerçek olarak sonsuz sayıda cismin var olamayacağı üzerinedir. Çünkü gerçek olarak sonsuz sayıda cisim olsaydı, bu çeşitli mantıksızlıklara yol açardı.
Birbiri ardına eklenen olayların sonsuzluğunun imkansızlığı:
1. Birbiri ardına eklenen olaylar gerçekten sonsuz olamaz çünkü her zaman eklenene bir olay daha eklenebilir.
2. Zamansal olarak geriye doğru giden olaylar, birbiri ardına eklenerek oluşurlar.
3. Dolayısıyla bu tarz bir gerçek sonsuzluk var olamaz.
Ardışık toplamayla gerçek sonsuzun meydana gelmesinin imkânsızlığına dayanır. Bu kanıt ilk öncülden, gerçek bir sonsuzun var olma olasılığını reddetme açısından değil; ardışık toplama ile meydana getirilmiş olmasının olasılığını reddetmesi açısından farklıdır.
Ontolojik Kanıt
Ontolojik kanıt, Tanrı'nın varlığını kanıtlamak amacıyla kullanılan yetkin bir felsefi argümandır. Bu kanıt, ilk olarak 11. yüzyılda Canterbury'li Aziz Anselmus tarafından formüle edilmiş ve karşılık bulmuştur. Ontolojik kanıt, Tanrı'nın kavramından yola çıkarak, Tanrı'nın var olduğunu göstermeye çalışır. Bakıldığında, etrafı katmadan, hiç bir a posteriori argümanını ortalığa bulaştırmadan, tanırının varlığını mantığın zorunlu bir sonucu olduğunu görürüz, gerçekten hayranlık uyandırıcı.
Anselmus'un ontolojik kanıtı, Tanrı'nın "kendinden daha büyük bir varlığın düşünülemeyeceği" bir varlık olarak tanımlanmasına dayanır. Anselmus'un ontolojik kanıtının temel adımları:
Tanım: Tanrı, kendisinden daha büyük bir varlığın düşünülemeyeceği bir varlıktır.
Kavram: Tanrı'nın kavramı zihinde var olur. Tanrı'nın var olmadığı düşünülebilir.
Çelişki: Eğer Tanrı yalnızca zihinde var olsaydı, o zaman kendisinden daha büyük bir varlık, yani hem zihinde hem de gerçeklikte var olan bir varlık düşünülebilirdi. Bu, Tanrı'nın tanımıyla çelişir.
Sonuç: Dolayısıyla, Tanrı'nın var olmadığı düşünülemez; Tanrı, hem zihinde hem de gerçeklikte var olmalıdır.
Ontolojik kanıt, bu argüman yapısıyla, Tanrı'nın varlığını saf mantıksal ve kavramsal temeller üzerinde kanıtlamaya çalışır. Anselmus'tan sonra bu kanıt, René Descartes gibi filozoflar tarafından da ele alınmış ve geliştirilmiştir.
Fakat bu kanıt, kozmolojik kanıtın çok arkasında kalmıştır, bunun ana sebebi, ontolojik kanıt, bir çok filozof tarafından eleştirilere konu olmuştur. Özellikle Immanuel Kant, bu kanıta karşı önemli eleştiriler getirmiştir. Kant, varoluşun bir özellik (predicate) olmadığını, dolayısıyla varoluşun kavramsal analizle kanıtlanamayacağını savunur. "Varoluş, bir şeyin tanımına eklenerek onun gerçekliğini göstermez; bu yüzden, Tanrı'nın varlığını ontolojik kanıt yoluyla ispatlamak mümkün değildir" demiştir.
Bu eleştirilere rağmen, ontolojik kanıt felsefe tarihinde önemli bir yer tutar ve Tanrı'nın varlığı üzerine yapılan tartışmalarda sıkça referans alınır fakat bir Teist olarak beni yeteri kadar tatmin etmemiştir.
teleolojik
evrende var olan düzen, güzellik ve onun bir amaca hizmet ediyor oluşu fikrine dayanır ve bizim yakın çevremizi ele alır. Literatürde, nizam ve gaye, inayet ve tasarım gibi adlar bu kanıtın çeşitli versiyonları için kullanılmıştır. Klasik dönemde Platon ve Aristotales, Orta çağ döneminde Aquinas ve İbn-i Rüşd, Modern Çağ döneminde William Paley bu argümanın savunurudur.
Platon açısından, evrenin bir düzen içinde ve bir amaca yönelik olarak yaratıldığı sonucunu çıkarmak mümkündür. Bunu "Yasalar" adlı kitabından şu diyalog ile görebiliriz:
Kleinias: Tanrıların var olduğu hakkında gerçeği göstermek sence kolay değil mi yabancı?
Atinalı: Nasıl?
Kleinias: Her şeyden önce, yeryüzü, güneş, yıldızlar ve tüm evren, sonra yılları ve ayları birbirinden ayıran mevsimlerin bu kadar güzel düzenlenmiş olması ve bütün Yunanlılarla barbarların buna inanmaları.
İlk öncelikle şunu bilmenizde fayda var, "Barbar" kelimesi, bugün kullanıldığı anlamıyla, "ilkel", "cahil", "vahşi" gibi anolamlara gelmemektedir. Kelimenin kökeni Yunanca "barbaros" kelimesine dayanmaktadır ve "Yunanlı olmayan, yabancı" anlamına gelmektedir ayrıca Platon dönemine bakıldığında, bahsetmek istediği, "ilkel" olanlar değil, "yabancı " olanlar olduğu aşikardır. Bu diyaloglardan yola çıkarak Platon açısından, tüm bu evrenin düzen içinde ve bir amaca yönelik olarak yaratıldığı sonucunu çıkarmak gayet açıktır. Platon; Gezegenlerin hareketleriyle birlikte yeryüzünde aylar, mevsimler gibi zaman dilimlerinin şaşmaz bir şekilde, düzen içinde ilerlediğini/devam ettiğini söylemiştir. Bu sebeple evrende, ona göre bu düzenden sorumlu olan bir şey olmalıdır, bu da Tanrı veya Tanrılardır. Bu ilişki, kısaca "düzen, bir düzen koyucuyu gerektirir" prensibi olarak görülür. Bu anlayıştan hareketle ona göre düzenliliğin veya yasalılığın rastlantısal bir şekilde ortaya çıkmadığını söylemek doğrudur
Aristoteles felsefesinde ise teleolojik argümanı "dört neden öğretisi" ile ilişkilendirmek mümkündür. Aristoteles açısından, bir şeyin varlığa gelmesi için dört nedene ihtiyaç vardır:
İlki maddi nedendir,
ikincisi formel neden,
üçüncüsü hareket ettirici neden ve
sonuncusu ereksel nedendir.
Daha iyi anlamanız adına örnek olarak, heykelin yapılışı verilebilir. Öncelikle madde gereklidir, heykel taştan yapılmaktadır, yani taş, maddi nedendir; ikinci olarak maddenin bir forma (eidos) sahip olması gerekmektedir ki bu da formel nedendir; üçüncü olarak heykelin bir yapıcısı olmalıdır; son olarak da heykelin bir yapılış amacı, bir ereği olmalıdır. Varlıklar, bu dört neden sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Orta çağ dönemi temsilcileri Aquinas'ın ve İbn-i Rüşd'ün üzerinde çok üzerinde durmayacağım,
Aquinas, Tanrının kanıtı olarak gösterdiği "Beş Yol Öğretisi" olarak anılan öğretinin beşinci maddesi, bu argüman hakkındadır
"Doğal varlıklar gibi bilgiden yoksun şeylerin bir amaca doğru hareket ettiklerini görüyoruz. En iyi sonucu elde etmek için ortaya koydukları eylemlerden anlıyoruz ki onlar, amaçlarını gerçekleştirirken tesadüfe değil, düzene bağlıdır. Öyleyse bütün doğal şeylerin, amaçlarına kendisi tarafından yönlendirdiği akıl sahibi bir varlık vardır. Biz buna Tanrı diyoruz"
İbn-i Rüşd İslam felsefesinde, bu argümanı en derinlemesine ele alan kişidir. İnayet delili yani teleolojik delili öne sürmüştür. Evrende var olan her şeyin insanın varlığına uygun olduğunu dile getirmiştir. Yani insan ve evren arasında bir düzen, bir ahenk olduğunu söylemek mümkündür.
Kısaca modern çağdaki temsilcisi William Paley'in analojik argümanından bahsedelim
William paley, bilimden de yararlanarak kanıt yapmak istemiştir. Bu argümanı modernleştiren Paley, teleolojik argümanı saat, teleskop ve göz arasında kurduğu analojiden dolayı "analojik delil" olarak da adlandırmaktadır. örnekler, rastgele seçilmiş değildir; saat mekanik bir evreni, teleskop keşifleri, göz ise mükemmelliği temsil etmektedir. Kanıt, Paley'in ayağına taşın takılması ile başlamıştır, bu durumda sorgulanan şey, o taşın oraya nasıl geldiğidir. Burada ayağına takılanın taş değil de saat olduğunu varsaydığında, ilk cevabın kendini tatmin etmediğinin ve bu olayı bu şekilde geçiştiremeyeceğinin farkına varmıştır, sebebi taş ile saatin arasındaki farktır, saat taş kadar sıradan değildir, yakından incelendiğinde saatin orda olmasının bir sebebi olduğunu düşünmeye başlamıştır. Saatin olması için bir işcilik gereklidir, ufacık bir hatada bile saat işleyişini durdurur, burada saatin bir yapanı olduğunu söylemek mümkündür. Bu durumdan sonra Paley, teleskop ile gözü karşılaştırma tercihinde bulunmuştur. Bunun sebebi, ikisinin de amaç bakımından yakın oluşudur. Göz, teleskopa oranla daha karmaşık bir yapıya sahiptir ve daha iyi gözlemleme yeteneğine sahiptir. Sonuç olarak canlılar dünyasının da tasarımlanmış olduğu sonucuna ulaşmıştır.
Ahlak Kanıtı
Kısaca, insanın ahlak bilincinde olduğu ve bu bilincin bizzat Tanrı tarafından verildiği düşüncesidir. Karşılık bulmuş, mantıklı bir argümandır. Varlığın bir postulatı olarak koymaya veya Tanrı'nın ideal ahlak değerin kaynağını oluştuğunu göstermeye çalışır. Ahlak kanıtı denildiğinde akla ilk gelen Kantın ahlak kanıtı, bahsettiğim ve katıldığım bu ahlak kanıtı değildir. Nitekim Kant'ın ahlak delili, tanrının varlığının ispat edilemeyeceğinden ortaya çıkarak ahlaki davranabilmek için tanrının varlığına ihtiyaç olduğunu savunur yani tanrının varlığına dair öne sürülen bir kanıt değildir. Tabi kantın bu argümanını tamamen yanlışlamıyorum, "ahlaki davranabilmek için tanrının varlığına ihtiyaç vardır" önermesine katılıyorum çünkü objektif bir ahlaka inanmıyorum. Ahlak neden tanrıya dayandırılmalıdır neden tanrısız objektif bir ahlak yoktur? derseniz şöyle söylemeliyim, "birine zarar vermek her zaman kötüdür" veya "yalan her zaman kötüdür" diyen bir ahlaki realiste en güzel cevap şudur. İnsanlık olarak bizim -çevresel koşullar sebebiyeti ile- geçireceğimiz evrim sonrası yalanın production için vazgeçilmez olduğunu var sayalım -nitekim "evrimin" başarısız olduğu bir olasılıkta olabilir?- böyle bir durumda ahlaki değerlerimiz değişirdi, böyle bir olasılıkta yalana kötü gözüyle bakmayabilirdik fakat örnek olarak pozitif bir bilim için bu böyle değildir, 1+1in 2 olduğu önerme insan faktöründen bağımsızdır buna diğer pozitif bilimlerden de örnek verilebilir(yer çekimi vb.) çünkü bu bilimler insana bağlı değildir ama ahlak insana bağlıdır çünkü ahlaka doğada rastlanamaz fakat objektif ahlakçı non-teistler evrenin tesadüfi olarak bu şekilde evrimleşmesi sonucunda değişmez iyilik-kötülük gibi kavramların oluştuğunu söylerler, bu kabul edilemez, gülünç bir durumdur. Deminde dediğim gibi evrimin hatası sonucu doğrular yanlış, yanlışlar doğru olabilir.
yani yanlış her zaman yanlıştır diyebilmek için, tanrın varlığını kabul etmek gerekir. Sonuç olarak Tanrı yoksa ezeli, ebedi doğrular yoktur. Tabi Bunu kabul etmek Ateizmin çürümesi değildir, nitekim tanrısız objektif ahlakın olamayacağını söyleyen milyonlarca ateist vardır
.